18 Aralık 2008 Perşembe

Hayalet

Hikaye basit. Adam ve kadının hikayesi. Yine... Bu kez farklı diyeceğim ..İnanmayacak mısınız ?
Kaç farklı tükettik bu hayatta? Kaç gerçek ve kaç yalan? Kaç göz bebeği değdi gözlerimize... Kaç elin teri bulaştı avuç içlerimize... Belki bir.. belki çok.. Belki de hiç. Hepsinin de ayrı bir hikayesi vardı. Ve hep farklı diye başlardı.

Öyleyse durun farklı bir hikaye anlatacağım size...

Sessiz ve solgundu hep bakışları.Bakmazdı ya pek aslında. Hep kaçardı gözleri. Bilmediğim ait olmadığım yerlere. Susardı çokca ... Buydu ağzından çıkan her kelimeyi böylesine değerli kılan. Az da olsa konuştuğu anlarda , kelimelerini vaad edilmiş bir ömür gibi dinler, bittiklerinde ölecek olurdum. Ölmezdim ama... Gerçeklerden kim ölmüş ki? Yalan mıydı onun aslı ? Her neyse...

''Kurumuş, içlerindeki son kor dahi tükenmiş birer enkazdı duygularım. Ara sıra içlerinde gezinir, geçmişten kalma taşlar toplar, ve üzerinde dumanları tüten , darmadağan olmuş o yıkıntının içinde kendimden kalan izleri süpürürdüm. Temizlerdim, son kez yıkar gibi bir ölüyü .. Öylesine yavaş ve hassas. Bir daha hiç dokunamayacağım gibi dokunurdum onlara... Günler geçerdi, nasıl geçtiklerini bilmeksizin. Düşünmeden, yaşamadan...Çok kez dinlendiğinden artık umursanmayan bir şarkı gibi gelip geçerdi hayat...Nakaratı ezberlenmiş, melodisi tüketilmiş...Her yeni gün doğumunda başa sarardı...Sanırdım ki bant koptuğunda bitecek...
Sonra bir gün...Hiç tanımadığım bir melodiyle uyandım... Uzaklardan gelen, bir o kadar da yakın...Nerden geldiğini, kime ait olduğunu bilmediğim bir şarkı. Dumanı tüten bir başka enkazın yıkıntıları arasında buldum onu. Yıllardır dönüp durmaktan usanmış bir plak kadar yorgundu...Elimi uzatıp çıkarmak istedim. Gelmedi... Öylesine yabancı , öylesine güzel bir şarkı.
İçine çekiyordu beni, büyülenmiş gibiydim. Zamana dair , hayata dair bildiğim bütün kalıpları yıkan bir şarkı... Tanıdık mı geldi bu cümle... Eski bir romandan belki.
İçine çekiyordu beni , dur diyemedim. Geçmiş , gelecek... Ben, diğerleri...Hepsi onun o büyülü sesi içinde yok olup gitmişti... Bir büyüydü belki... Ya da sadece bir rüya... Gözlerimi kapatıp onun melodisine bıraktım kendimi...Kendi şarkımı çoktan unutmuştum... Her gün söylediğim, sadece benim değil belki de bütün yakınlarımın ezberinde olan şarkım , uzayın sonsuz derinliğinde dalgalanıyordu sanki...Ama asla bende değildi. Notalarını dinledim onun, teker teker ayırt etmeye çalışarak...
Kendimi onun enkazının yıkıntıları arasında buldum sonra... Bir başka melodinin kolları arasında... Karanlıktı ... Soğuktu yine... Korunaksızdı... Ama huzurluydu. Geri kalan tüm yaşantımı bu karanlık yerde geçirebileceğimi düşündüm bir an... Kendime gelmem uzun sürmedi...''


Ait olmadığınız bir dünyada var olmak ne demek bilir misiniz ?
Başkasına ait bir melodiyi fısıldamaya çalışmak... Öylesine eğreti...
Hayallerinizin önünde kalpten bir duvar olması nasıl bir duygu ? Yaşadınız mı ?

''Kayboldum...Bilincim açık bir şekilde, her şeyi bilerek. Yok oldum belki... Avuç içlerinde başka bir kalbin attığını hissederek.. Ve hayatımda ilk kez gerçekten isteyerek... Gözlerimi delen bir çift gözün karşısında çaresizce bekleyerek, sonunu bilerek... İçlerinde bir zerre yaşam kıpırtısı taşımayan duygularımın yeniden uyanışına direndim... istemiyorum dedim, haddinden fazla istediğimden''

Önünüze çekilmiş koca bir duvarın delikleri arasından cenneti görmeye çalışmak...
Üzerinde dumanı dahi tütmeyen bir enkazın içinden bir bebek sesi duymak ne demek ?

'' Yaklaştım... Yenildim kendime...Ait olmadığım o dünyaya bıraktım kendimi. Nerde duracağımı, nerde nefes alacağımı, nerde yürüyeceğimi bilmeksizin...Şafak vaktindeki ayaz gibi keskin , karşı konulmaz ....
Karşı konulmaz olabilir miydi bir insan... Olamazsa neden karşı koyamıyordum... Bütün ezberlerimi yıkmıştın... Tanıdık mı geldi cümle...Eski bir romandan belki...
Bedenimi ve ruhumu ilk kez bu kadar yakın hissettim birbirine. İç içeydiler... Birdiler... Kendimi buldum sanki... Nefes alıyordum hala. Ordaydım... Acı cekebiliyordum, gülebiliyordum... Hissediyordum... Yaşıyordum. Ruhumda gel gitler yaşanıyordu, onunsa bedeninde. O yükseldikçe ben alçalıyordum sanki... Ben yükseldiğimde o yine yüksekteydi.''


Enkazın arasında bir bebek sesi... Bir umut, bir sevinç, akıtılmaya değer bir göz yaşı... Bir nefes...

Hiç söylenmeyecek cümleler kurmak ne demek bilir misiniz ?

Şafak vakti doğan aşklar vardır... Ne güneşin doğuşudur artık, ne de batışı... Kalırsınız o ara yerde... Şafak vaktinde.. Gün geceden çizgiyle ayrılır... Siz o karanlıkta kalakalırsınız... Çünkü bilirsiniz şafak vakti tam da ona alıştığınızı söyleyecekken alıverir elinizden geceyi bir başka gündüze vermek üzere...

Ve yeni gün hiç söylenemeyecek olan bir seni seviyorumla başlar...

Farklı demiştim ? Siz ne dersiniz ?

Hiç yorum yok: